7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de yaşananlar, sadece bir askeri operasyonun ötesinde; bütün bir halkın yaşam damarlarının hedef alındığı, sistematik bir yok oluş sürecine dönüştü.
İsrail’in başlattığı ağır bombardımanlarla eş zamanlı olarak, Gazze’ye yönelik tam abluka ilan edildi. Su, elektrik, yakıt, gıda, ilaç ve tüm temel ihtiyaçların girişine izin verilmedi. Bu kuşatma, modern zamanların en ağır insani krizlerinden birini tetikledi.
Gazze’ye insani yardım göndermek isteyen birçok kuruluş, sınır kapılarında bekletiliyor. Yardım TIR’ları günlerce giriş izni alamıyor, yardımlar ya çürüyor ya da hedef alınıyor. İsrail tarafından gelen yardımların miktarı yetersiz ve dağıtımı son derece kısıtlı. Oysa bölgede yaklaşık 2.2 milyon insan temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
Bombardımanlar; sadece askeri yapıları değil, okulları, hastaneleri, camileri, mülteci kamplarını ve evleri de hedef alıyor. BM verilerine göre, saldırıların %70’inden fazlası sivil yerleşim alanlarına yapılıyor. Binlerce çocuk öldü, on binlercesi yaralandı. Evlerini kaybedenlerin büyük çoğunluğu çocuk ve kadın.
İsrail’in gerekçesi, Hamas’ın askeri varlığını yok etmek. Ancak uygulanan yöntem; kolektif cezalandırmaya, topyekûn bir halkın cezalandırılmasına dönüştü. Uluslararası hukuk açık: Siviller hedef olamaz. Ancak sahadaki gerçeklik; bu kuralın sistematik şekilde ihlal edildiğini gösteriyor.
İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali, sadece günümüzün değil, yüzyıllar süren tarihî ve dini bir mücadelenin parçasıdır. 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’da filizlenen Siyonist hareket, Yahudiler için bir “vatan” kurma amacıyla Filistin’e yöneldi.
Osmanlı döneminde başlayan göçler, İngiliz mandası altında hız kazandı. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla, yüz binlerce Filistinli topraklarından sürüldü. Bu olay Filistinliler tarafından “Nekbe” (Büyük Felaket) olarak anılmaktadır.
İsrail, işgal ettiği topraklarda sistematik yerleşim politikaları uyguladı. Kudüs, Batı Şeria ve Gazze gibi bölgelerde, uluslararası hukuka aykırı şekilde yeni Yahudi yerleşimleri kurdu. Bu strateji, hem askeri hem de dini bir boyut taşıyordu.
Kudüs’teki Mescid-i Aksa çevresinde yapılan provokasyonlar, sadece siyasi değil dini anlamda da gerilimi artırdı. Kutsal mekânlara yönelik baskınlar, ibadet eden Filistinlilere yönelik saldırılar bu politikanın parçalarıydı.
İsrail ayrıca, Filistin’e ait tarihî ve kültürel izleri yok etmeye yönelik adımlar attı. Köyler, camiler, mezarlıklar ve kültürel yapılar yıkıldı, yerlerine İsrail’e ait semboller dikildi. Bu da işgalin sadece fiziksel değil, kimlik silme girişimi olduğunu ortaya koydu.
Sonuç olarak, İsrail’in Filistin’e yönelik politikası; askeri, ideolojik, dini ve kültürel düzeyde bütüncül bir saldırı olarak değerlendirilmelidir. Bu strateji, yalnızca toprak değil, bir halkın hafızası ve geleceği üzerindeki hak iddiasını da kapsamaktadır.
İsrail’in eylemleri, Roma Statüsü ve Soykırım Sözleşmesi’ne göre yargılanabilir nitelikte.
© 2025 Gönül Sofrası | Impressum & Datenschutz